Bu Toprakların Esas Kültürü : Senin ve Benim Kardeşliğimiz

20 Ocak 2007 Cumartesi

Ben, çok üzgünüm..! İçimden geçenleri yazamayacak kadar üzgünüm.
Bazı şeyleri görebilmek için çok şey bilmek gerekmez. Biz bu topraklarda doğduk hep birlikte, hep birlikte büyüdük. Zor günleri hep birlikte gördük. Yazılanlar, çizilenler, söylenenler bizim bildiğimiz gibi değildi. Biz kardeştik, ve yıllarca Türk, Rum, Ermeni, Kürt, Laz.... hep birlikte aynı sofrada yemek yedik. Bunu kim inkar edebilir?? Bu gerçeği kim görmezden gelebilir??

"Ahbarik,
Sana bugüne kadar ne senin ana dilinde, ne kendiminkinde böyle hitap etmemiştim. Nasıl edeyim ki? Birbirimizi en fazla üç-dört kez görmüşüzdür. Öyle büyük bir yakınlığımız olmadı. Ama bugünlerde olan bitenlerden sonra, bizimkilerin dediği gibi artık “dünya ahret kardeşimsin”! Çünkü ırkçılık yeniden çıldırdı. Çünkü seni ve beni, sizi ve bizi bir kez daha karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. Öyleyse, onlara inat, ben de bundan sonra sana “ahbarik” diyeceğim!
Önce Sabiha Gökçen’le başladılar. İnsanın dehasının ürünlerinden biri olan uçağı bu topraklardan göklere yükselten bu ilk kadının Ermeni olması ihtimali onlara çılgına çevirdi. Yazan neden yazmıştır, neden birinci sayfadan vermiştir, bu bağlamda bütünüyle ikincil. Önemli olan tepkinin niteliği. Koskoca Genelkurmay bu konuda açıklama yapma ihtiyacını hissediyor. Türk Hava Kurumu adına yapılan açıklamada “bu sadece Gökçen’e değil, Atatürk’e de hakarettir” deniyor. Irkçılığın daha katıksızı görülmüş müdür? Gökçen’e Ermeni demek ona hakaret oluyor. Bu yetmiyor. Atatürk’ün manevi kızının Ermeni olması ona da hakaretmiş! Hrant, duygumu söyleyeyim. Atatürk’ün yaptıkları konusunda herkesin çok farklı fikirleri olabilir. Ama eğer bir kız çocuğunun Ermeni olduğunu bile bile onu manevi kızı olarak benimsedi ise, bu, 1915’in yaşandığı bu topraklar üzerinde bir cumhurbaşkanının yapabileceği en onurlu şeylerden biridir. Elbette 1915’in utancını ortadan kaldırmaz. Ama hiç olmazsa onun da, Birinci Dünya Savaşı sırasında ve ertesinde sayısız Türk ailesinin yaptığı gibi, bu toprakları bin yıldır paylaştığımız Ermeni halkına karşı yapılan Osmanlı devlet zulmünden kendini politik bakımdan olmasa da insani bakımdan ayırarak hiç olmazsa şefkat duyabildiğinin bir işaretidir. Belki ruhunun derinliklerinde bir yerinde, kendinden öncekilerin yaptıklarından onun da utanç duyduğunu gösterir.
Şahsen ben, Sabiha Gökçen Ermeni ise bunun ortaya çıkmasından gurur duyarım. Ermenilerin bu toprakların kültürüne kattıkları her şeyin ortaya çıkmasından duyacağım gibi.
Irkçılar şimdi de seninle devam ediyorlar. Faşistler, yazdığın sekiz yazılık bir dizinin bir tanesinden bir cümleyi yazının içinden cımbızla çekiyorlar ve seni Türk düşmanı ilân ediyorlar. Sen Ermenilerin bir bölümünü bugüne kadar sürdürdükleri politik yaklaşımdan vazgeçmeye, Türklerle dostluğa çağırırken, onlar senin Türk düşmanı olduğunu ileri sürüyorlar! Sonra da seni alenen tehdit etmeye cüret ediyorlar. Senin “hedefleri olduğunu” ilân ediyorlar. Savcılar bu açıklamayı şiddete teşvik suçu saymayacaklarsa hangisini sayacaklar? Onları bilmem, ama senin kılına dokunulursa, Türkiye’nin demokratları, sosyalistleri ve enternasyonalistleri bunu bütün Türkiye Ermenilerine yapılmış bir saldırı sayacak ve bu işin peşini bırakmayacaklardır.
Seni geç tanıdım Hrant ve çok az tanıdım. Ama sen benim için sadece Hrant değilsin ki! Sen benim Jirayr amcamsın. Bana, ağabeyim Can ile birlikte daha kısa pantolonlu iki çocukken müziği sevdiren, nükteleriyle yaşama sevinci veren, zarafeti öğreten adamsın. Eliz teyzemsin, on-on beş yıl boyunca annemle hayatının her sırrını paylaşan, bizim başımızı okşayan. Lise çağımda her şeyi konuştuğum, birlikte nice sevinçler yaşadığım, birçok sıkıntımı paylaştığım Levon’sun. Pangaltı’daki kışlık, Kınalıada’daki yazlık evinde beni sofrasına oturtur ve geceleri ağırlarken sanki üçüncü çocuğu imişim gibi davranan Takvor amcamsın, maalesef adını hatırlayamadığım karısısın. Daha sonra, aynı işyerini paylaşmaktan hayatımda en büyük zevki duyduğum insan olan, beni Samatya’daki evinde Ermeni mutfağının en güzel mezeleriyle ağırlayan, çevresindeki herkese “ne güzel, yaşıyorum” dedirtecek kadar hayat dolu kızkardeşim, “kuyriğim” Araksi’sin, onun kocası Vartan’sın, oğlu Sevan’sın. Adını saymakla bitiremeyeceğim nice sevgili öğrencimsin.
Sen benim için onlarsın, çünkü sezgilerine ve yargılarına çok güvendiğim bir insan senin nasıl insan bir insan olduğunu anlattı bana. Ama asıl, Agos’u, belki de tarihe Ermenilerle Türklerin kardeşleşmesinde en önemli rolü oynamış yayın olarak geçecek olan Agos’u yıllardır bunca güçlüğe rağmen çıkarmakta en büyük çabayı gösterenlerden olduğun için onlarsın.
Sana dokunulursa, benim canım acır.
Bu toprakların, Hrant, esas kültürü o ırkçılık değil. Bu toprakların, sevgili kardeşim, ahbariğim, esas kültürü senin ve benim kardeşliğimiz. Bir gün onları politik olarak yenilgiye uğratacağız. Bu kâbus bitecek ve Ermeniler, Türkler, Rumlar ve Kürtler hepimiz kucaklaşacağız. O günü yakınlaştırabilirsek ne mutlu sana, ne mutlu bana! Ne mutlu ben enternasyonalistim diyene!
Hrant Dink'e açık mektup - Sungur Savran- 01.03.2004"

Gün Gelir Moda Olur

16 Ocak 2007 Salı

Yıl 1997... Henüz öğrenciyiz... Girişimcilik ruhuyla yanıp tutuşan bir sınıf arkadaşım, Türkiye'ye farklı ne getirsek diye bir araştırma yapıp, kahve,krema ve şekerin birleşimiyle hazırlanmış bir toz içecek markası buldu. Ve firmayla uzun uğraşlar sonucu görüşerek çok sayıda ürün numunesini, marketlere pazarlamak üzere Türkiye'ye getirtti. Tarif ettiğim anladığınız üzere, artık ülkemizde birçok markanın ürettiği, bildiğiniz 3'ü 1 arada kahve... Firma Food Empire ve marka MacCoffee... Arkadaşım, elinde numunelerle büyük marketlerden zar zor randevular alıyor ve görüşmelere gidiyor ama maalesef kimse ilgilenmiyor. Öğrenci olduğu için ilgilenilmediğini düşünerek, gıda toptancılarına satmayı deniyor, onlarda bu garip içecekle fazla ilgilenmiyorlar. Bu arada MacCoffee'nin sadece üçü bir arada kahveleri yok, bunun dışında da farklı aromalarda toz içecekleride var. Toz bitki çayları ve fındıklı, karamelli kahveler gibi... Arkadaşım, çok uğraşmasına rağmen numuneleri pazarlayamayınca hepsini sınıfça biz içiyoruz ve hepsi bittiğinde üzülüyoruz, çünkü tekrar getirtmek neredeyse imkansız. Aradan birkaçyıl geçtikten sonra Nescafe aynı ürünü çıkartıyor. Herkes bir anda bu ürünü çok beğenerek tüketmeye başlıyor. Ama biz benzer ürünü daha önce denemiş kişiler olarak, Nescafe'yi MacCoffee kadar beğenmiyoruz.


Bu Pazar günü Migros'ta dolaşırken, yıllar sonra yine MacCoffee'yi gördüm. Birden fazla çeşidiyle raflarda duruyordu. Nedense çok sevindim ve hemen 20'li paketlerden aldım bir tane. Gerçekten haklıymışız, şu anda piyasada olan benzer ürünlerden çok daha güzel. Kremayı fazla sevenler için 2in1 EVO ürünü ise mükemmel.


MacCoffee yıllar sonra Türkiye'ye nasıl geldi diye bir araştırma yaptım ve aşağıdaki haberi buldum.

"60'tan fazla ülkede, 250'den fazla ürün çeşidiyle faaliyet gösteren Uzakdoğu'nun gıda devi Food Empire, MacCoffee ileTürkiye pazarında. Dünyada ilk kez 1993 yılında MacCoffee markasıyla 3'ü 1 arada hazır kahvelerini üreten ve satışa sunan Food Empire, Türkiye pazarına güveniyor.
Uzakdoğu'nun önde gelen gıda firmalarından Food Empire, MacCoffee 3'ü 1 arada hazır kahveleri ile Türkiye pazarında yerini almaya hazırlanıyor. Yiyecek ve içeçek grubu Food Empire, dünyada ilk kez MacCoffee 3'ü 1 arada hazır kahvelerini üreterek, 1993 yılında pazara sundu. Rusya'dan Doğu Avrupa'ya, Çin'den ABD'ye kadar 60'tan fazla ülkeye ihracat yapan Food Empire için Türkiye öncelikli pazarlar arasında yer alıyor.
Food Empire'ın MacCoffee ile Türkiye pazarına girişine ilişkin olarak 1 Kasım 2006 Çarşamba günü bir basın toplantısı düzenlendi. Toplantıya Food Empire Yönetim Kurulu Başkanı ve Murahhas Azası Tan Wang Cheow, MacCoffee Türkiye Temsilcisi Akshay Sharma ve Türkiye pazarında dağıtımını üstlenen Turkuaz Genel Müdürü Erdinç Koca katıldı.
Basın toplantısında bir konuşma yapan Food Emripe Yönetim Kurulu Başkanı ve Murahhas Azası Tan Wang Cheow, Food Empire firması ve dünya pazarlarındaki konumundan bahsetti. Cheow, ‘MacCoffee 3'ü 1 arada hazır kahve çeşitlerimizle Türkiye pazarında bir başlangıç yapmaktan dolayı heyecanlıyız ve Türkiye'de aromalı ve aromasız yüksek kaliteli kahve çeşitlerimizle ve MacCoffee deneyimiyle Türk kahve severleri memnun etmeye devam edeceğiz' dedi. Ürün portföylerinde 250'den fazla yiyecek ve içecek çeşidi olduğunu vurgulayan Cheow; Rusya, Doğu Avrupa ve Orta Asya pazarında iyi bir yer edinen MacCoffee markasının Türk tüketicileri tarafından da benimseneceğine inandıklarını belirtti.
"3'ü 1 arada" kahve pazarını büyüttü
Food Empire'ın İran, Irak ve Türkiye'de operasyonlarından sorumlu Akshay Sharma da toplantıda söz alarak Türkiye'de son üç yılda kahve pazarının hızla büyüdüğüne dikkat çekti. Sharma, bu büyümeye en çok 3'ü 1 arada hazır kahvesinin katısı olduğunu söyledi. Sharma, hedeflerinin Türkiye'yi öncelikli pazarlardan biri yapmak olduğunu belirterek, "Geniş ürün gamı ile bu pazarda her tüketiciye ulaşmayı hedefliyoruz. Yeni ürün ve tatlarla Türk tüketicileri MacCoffee'den her zaman keyif alacaklar" dedi.
Sharma, Food Empire olarak uluslararası yiyecek ve içecek sektöründe kaliteli ürün ve servis veren bir şirket olduklarını belirterek, " Farklılık yaratmak için gerekli olan girişimcilik ruhumuz, tutkumuz, ve insanlarımız olduğu sürece hedeflediğimiz başarıya ulaşacağız" şeklinde konuştu." Kaynak:Dünya Online